Dünya üzerinde “şehirleşme kültürünün” yaklaşık 10 bin yıllık bir geçmişi olduğu bilinmektedir.  Daha öncesinde yaşayan insanlar ise binlerce yıl ilkel avcılık ve ilkel tarımla geçimlerini sağlamışlar. Öğrendikleri tarımla birlikte yavaş yavaş yerleşik hayata geçerek şehirler kurmuşlar.

Ülkemizde ise şehirleşme hareketleri, II. Dünya  Savaşı sonrası tarıma makinanın girmesiyle başlar. Değişim; önce tarımda olmuş, daha sonra şehirleşme yolunda hareketlenme başlamış ve özellikle 1950’den sonra hız kazanmıştır.

Orta Asya’dan itibaren göçebe hayat süren Türklerin Anadolu’ya gelişleri ile
birlikte bazı boylar yerleşik hayata geçerken, bazıları alışkın oldukları konar göçer yaşamlarına devam etmişlerdir.  Bilhassa Akdeniz ikliminin hakim olduğu, Akdeniz ve Ege bölgesindeki yörükler bu yaşam tarzını sürdürmüşlerdir. Zira geçim kaynakları olan hayvanları ve sürüleri için verimli otlaklar ve meraların bulunduğu bu bölgeler, onların vazgeçilmezidirler.

Yerleşik hayata geçenlerin, tarımın yanında zamanla ticarete de yöneldiklerini görürüz. Teknolojinin gelişmesi ve 2000’li yıllarda kırsaldan şehirlere göçün artmasıyla artık konar göçer göçebe hayatı yok olmaya yüz tutmuştur. Modern kentlerde, eski yaşamlar artık bir nostalji olarak kalmıştır.

Neyse…

Konumuz Alanya Hacımehmetli Köyü veya Mahallesi…

Her yerleşim yerinin, her köyün kurulmasının mutlaka bir hikayesi vardır; Hacımehmetli Köyü’nün hikayesi de tahminen 18.Yüzyıl ortalarına kadar uzanmaktadır…1750’li yıllarda; Adana’da Türkmen Afşarlar sürüleriyle beraber yaz aylarını, Uzun Yayla’da, kış aylarını Çukurova’da geçirirler. Bu tarihlerde de devlet, yeni bir politika uygulamaya başlar.  İhtiyacı olan asker kadrosunu ve teçhizatını temin edebilmek için tarım arazilerindeki vergi ve gelirlerini arttırmak ister.  Bunun için konar-göçer Türkmenlerin yerleşik hayata geçmelerine ve tarım arazilerini işlemelerine yönelik yaptırımlar uygulanmaya başlanır. Bu politikayla, yörüklerin sürülerini besleyecekleri otlaklar azalınca, Afşar yörüklerinin bazıları yeni otlaklar ve mera arayışlarına başlarlar.

Rivayete göre, bir Afşar beyi olan İbrahim bey; maiyetinde ailesi ve yakın akrabalarıyla beraber dönemin meşhur yaylası Uzun Yayla’dan batıya doğru yola çıkarak, Afşar illerinden göç eyler. Adana, Tarsus, Mersin, Silifke hattını takip ederek, eski adı Selinti olan bugünkü Gazipaşa ilçesini beğenerek, oraya  yerleşmeye karar verir. Mevki olarak bugün Gazipaşa’nın Çile Mahallesi’nin hudutları dahilindeki tarihi kalesiyle meşhur Adanda mevkiini yurt edinirler. Adana ismine izafeten, yerleştikleri yere “Adanda” ismini vermeleri muhtemeldir.   Bu bölgenin hayvancılık için  uygun bir yer olduğunu düşünerek;  Ailesiyle beraber kış mevsimini Adanda da geçiren İbrahim Bey, hayvan ve sürülerinin beslenmesi için yaz aylarında Toroslar’daki serin yaylalarda otlak arayışına girer ve günümüzde yağlı güreşleri ile meşhur,  Gökbel Yaylası’na yakın bir yer olan, halk arasında “İlanlı Taş” olarak bilinen yaylayı yurt edinir. Bu arada yörük ağası İbrahim Bey’in en yakın yardımcısı hiç şüphesiz henüz 10’lu yaşlardaki oğlu Hacı Mehmet’tir. Hacı Mehmet, çok zeki, akranlarına göre daha uzun boylu ve daha güçlü bir yapıya sahiptir. Küçük yaşına rağmen sahip olduğu sorumluluk duygusuyla, sürüleri tek başına organize edebilmektedir.

Kış ayları Selinti, yaz ayları İlanlı Taş Yaylası derken, zaman hızla akıp gider. Bu arada  develer ve sürüler de çoğalır. Yörük Ağası İbrahim Bey de aradan geçen bu 10-15 yılda artık yaşlanmıştır. Bir kış mevsiminin ikindi vakti,  aniden İbrahim Bey vefat eder. Babasının ölümüyle, henüz 20’li yaşlarda yakışıklı bir genç olan Hacı Mehmet, ailenin tüm sorumluluğunu üzerine alır. Bir taraftan da devletin yörük Türkmenler üzerindeki yerleşik hayata geçme baskısı Hacı Mehmet’i, Selinti, Adanda da bulur. Devlet haklıdır, İmparatorluk için devşirme usulü sağlanan asker artık temin edilemez olmuştur. Devlet, herkesi kayıt altına alarak, hem tarım alanlarını işlettirip gelir ve öşür vergisi almak,  hem de asker için elverişli çocukları ve gençleri bilmek istemektedir. Ancak yıllardır konar-göçer göçebe hayatı sürdüren, dağlarda geçimini sağladığı hayvanları ile özgürce hareket eden yörükler için yerleşik hayata geçmek zor gelir. Genç Hacı Mehmet de,  yerleşik hayata geçip tarımla uğraşmayı hiç istemez.  Bir taraftan etinden, sütünden ve yününden  faydalandığı hayvanları ile arasında oluşan duygusal bağ, bir taraftan da ruhundaki özgürlük şarkıları hiç dinmez. Toros Dağları’nın yörük ozanı Dadaloğlu misali; “Ferman Padişahınsa, dağlar bizimdir” diyerek, o yıllarda (1770’ler) Toroslara, yaylaya erken göçmeye başlar. Bu arada 500 civarında koyunu ve çok sayıda devesi vardır. Erken göçmesinin yanında sürülerinin de artmasıyla, Ağustos ayının sonlarına doğru İlanlı Taş Yaylası’nın otlakları azalır. Hacı Mehmet sürülerine yeni otlaklar bulmak için bir keşif yapar ve yakın çevresinde tepenin bir tarafında Mahmutlar Beldesi’nin  Bozbelen Yaylası, diğer tarafında Mahmutseydi Köyü’nün  Taşlı Yurt yaylası’nın bulunduğu ve bu yaylalar arası bir geçiş güzergahı olan, uzaktan bakınca görüntüsünün at eğerine benzemesi nedeniyle yörükler tarafından Eğerbelin Boğazı olarak adlandırılan boğaza çadırını kurmaya karar verir. Tarihler Eylül ayını gösterdiğinde bir sabah namazı ile Hacı Mehmet yörük çadırını Eğerbelin Boğazına kurar. Sürülerini de otun ve su kaynaklarının bol olduğu Seydimahmut’un  Taşlı Yurt yaylası tarafına yönlendirir ve verimli otlaklarda sürüler otlamaya başlar.

O yıllarda, Alanya Mahmutseydi Köyü’nden yaklaşık 40 hane yaz aylarını Taşlı Yurt yaylasında geçirirler. Başlarında da her zaman olduğu gibi Seydi Mahmut’un sulbünden gelen birisi cemaatin riyaset makamında bulunur. Osmanlı nizamnamelerinde de yazılı olan ve zamanla Türk örf ve adetlerinde bir deyim haline gelen; “misafirlik 3 günlüktür” deyimi tüm tebaa tarafından bilinir.

Bu konuda Metin Özer “Özellikle Kanuni döneminde Yörük nizamlarının, idari ve mali mükellefiyetlerini ortaya koyan mufassal Yörük kanunnameleri ortaya çıkmıştır. Konar göçer hayat yaşayan aşiretlerin yaylak ve kışlaklarına gidip gelirken bir yerde durmamaları, oturmak lazım gelince orada üç günden fazla oturmamaları ve kimseye zarar vermemeleri, bir kimseye zarar verdikleri zaman yaptıklarını tazmin etmeleri kanunnamelerde kaydedilmiştir (bkz Özer, 2006:31-32)”

Elbette, Taşlı Yurt ahalisi Eğerbelin Boğazı’ndaki yörük çadırını görürler ama kanunname gereği 3 gün sonra yörüğün göçüp gideceğini düşünürler. Bu arada Hacı Mehmet’in olağanüstü bir müzik kulağı vardır. Yörükler arasında meşhur olan kaval çalma işini fevkalade yapar. Kavalını üflediği zaman yatmakta olan sürülerini düz ovaya döker ve görenleri hayran bırakır. Tabi bu arada, Hacı Mehmet’in sürüsüyle, Taşlı Yurt sakinlerinin az da olsa hayvanları karışır. Sürüleri ayırırken Hacı Mehmet ile ahalinin sürülerine bakanlar arasında ufak tefek iletişimler olur. Bunlardan birisi de, o günün riyaset makamında bulunan Seydi Mahmut’un torunun güzel kızıdır. Hacı Mehmet’in yakışıklılığını ve atak kişiliğini gören kız, Hacı Mehmet’e aşık olur.

Her neyse…

Bir hafta geçer, 10 gün geçer Hacı Mehmet çadırı toplayıp başka bir yere gitmez. Durumdan rahatsızlık duyan Seydi Mahmut’un torunu, ahaliden birkaç kişi çağırır ve onlara der ki; “Bu yörük başımıza iş açacak, 10 gün oldu niye göçmüyor” diyerek, Hacı Mehmet’e haber salar ve huzura gelmesini söyler. Bir gün sonra, huzura gelen yörük Hacı Mehmet’e; “10 gün oldu, hala göçmedin,  bu yurt bizim, niye göçmüyorsun?” diye sorar. Hacı Mehmet; “Ben buraya göçmeye değil, barınmaya geldim” der. Bunu duyan köyün riyaset makamındaki Seydi Mahmut’un torunu, Hacı Mehmet’e öfkelenip, “Sana 3 gün mühlet veriyoruz, eğer göçmezsen gelip çadırını başına yıkarız” diyerek ültimatom verir. Hacı Mehmet ne yapacağını bilmeden kararsız bir şekilde sürülerinin yanına döner. Kendisine aşık olan kız onu biraz düşünceli görür ve sebebini ondan öğrenir. Bu arada kızın annesi de, kızının Hacı Mehmet’e olan aşkını bilmektedir. Hacı Mehmet ve kız anlaşarak evlenmeye karar verirler. 3 günlük sürenin, ikinci gecesi Hacı Mehmet kızı kaçırır ve evlenirler.

Kızının kaçtığını duyan Seydi Mahmut’un torunu; ahaliye bağırarak: “Ben demedim mi size, bu yörüğü gönderelim, başımıza iş açacak diye, bakın işte; kızım kaçtı. Derhal gidelim çadırını başına yıkalım” der. Toplanıp Eğerbelin Boğazına varırlar, öfkeyle çadırı yıkarlar, Hacı Mehmet’in sürülerini de toplayıp, biraz da şiddet uygulayarak, Hacı Mehmet’i Eylül ayında Gökbel Yaylası üzerinden ve Çökele Yaylası’ndan sahile Selinti’ye gönderirler. Oysa sürüleriyle Kasım ayına kadar yaylaklarda barınan Hacı Mehmet mecburen göçmek zorunda kalır. Her şeye rağmen Hacı Mehmet’in eşi olan kız ona verdiği ölünceye kadar beraberiz sözünden dönmez ve eşi olarak Selinti’ye Adanda kışlağına gider ve acısıyla tatlısıyla yeni bir hayata başlarlar. Gelenektir, kız hazırladığı bohçayla beraber kaçar. Adanda mevkiinde, bir gece bohçayı açıp baktıklarında bir de ne görsünler; kızın annesi  bugün “hudut name” dediğimiz doğu-batı, güney-kuzey sınırları gösteren, Osmanlı Döneminde  “Hüccet” denilen bir nevi tapu senedini bohçaya koymuştur. Bunu gören Hacı Mehmet ve eşi sevinç çığlıkları atarlar, bu sene erken göçmeye mecbur kalmış olsak da, artık o yayla ve otlaklar bizimdir derler.

Osmanlı Döneminde; “Hüccet kimin elindeyse, tanımlanan yerler ona aittir” prensibi geçerli bir hukuk kaidesi olmuştur.

Kış mevsimini sürüleriyle Selinti, Adanda’da geçiren Hacı Mehmet, baharın gelmesini dört gözle bekler. Baharın gelmesiyle sevinç içerisinde, 5 ay önce zorla gönderildiği yaylaya eşiyle beraber mutlu bir şekilde göçerler. Verimli mera ve otlaklarda sürülerini özgürce güderler. Mahmutseydi Köyü ahalisi de, sahilde sıcakların artmasıyla beraber yaylaları olan Taşlı Yurt yaylasına göçerler ancak bir de ne görsünler; Zorla gönderdikleri Yörük Hacı Mehmet onlardan önce yaylaya çıkmış ve sürülerini otlatmaktadır. Ve Hacı Mehmet elinde “Hüccet”, Seydi Mahmut’un torunu ve köyün emiri, kayınpederinin huzuruna çıkarak şöyle der: ”Siz emir yayınlasanız da, “Hüccet” bende, bu topraklar artık bana ait, kimse beni buradan gönderme tasarrufuna sahip değildir” diyerek bir nevi meydan okur. Mahmutseydi Köy Emiri,  damadı olmuş Hacı Mehmet’e söyleyecek bir şey bulamaz ve ona dönerek :” Bu toprakları artık size bırakıyorum, sürülerinizi istediğiniz gibi otlatabilirsiniz” der ve yıllarca ikamet ettikleri Taşlı Yurt Yaylası’na bir daha çıkmaz.

Hacı Mehmet’in yeni yurdunun hudutnamesi:”Şarkan: Eşek kırıldığı, karagöl; Garben:Yusuf yalağı, nalı boğazı; Şimalen: at eğriği boğazı; Cenuben: kaman taşı,akar dere, kızıl kuyu, sığırlık” olarak kayıtlıdır. Burada Cumhuriyet Dönemi Alanya’nın ilk öğretmenlerinden, Yabancılar Meclisi Başkanı Abdullah Karaoğlu’nun babası, rahmetli Ahmet Karaoğlu hocayı anmadan geçemeyiz. 1942 yılında çıkan bir yangında, Alanya nüfus dairesi yanar. Alanya’nın tarihine ve geçmişine yönelik birçok tarihi vesika bu yangında yok olur. Hacı Mehmet’in Hücceti de bunlar arasındadır. Elde başka kayıt da yoktur. 1940’lı yıllarda köy ihtiyar heyeti toplanır, hudutnamenin bir nüshasının Başkent Ankara’da olması gerektiğinden bahisle istişareler de bulunurlar. Vesikayı tekrar temin için, Ankara’da resmi kurumlara giderek, konuyu ilgili muhataplara anlatacak, eğitimli, yol yordam bilen genç öğretmen Ahmet Hoca’nın bu işi yapacağından hemfikir olurlar. Ahmet Hoca duyarlı bir genç olmasından dolayı kendi köyü için bunun önemli bir hizmet olduğunu bilir. Ankara’ya ulaşımın zor olduğu o günlerde her türlü fedakarlığı göstererek başkente gider. İlgili makamlarla iletişime geçerek köyün hudutnamesini  17 Ağustos 1951 tarihinde tekrar tescil ettirir ve bir nüshasını alarak Alanya’ya geri döner ve resmi makamlara kaydettirir. Bu vesile ile, emeği geçenlere ve özellikle Ahmet Karaoğlu hocama Allah’tan rahmet dilerim.

Hudutnamede(Hüccet) tanımlanan bölgeyi yurt edinen Hacı Mehmet, eşiyle beraber mutlu bir hayat sürerler. Bu evliklerinden Akış, Kölüş, Abit ve Torun adlarında 4 oğlu ile 2 kız evladı olur. Temel geçim kaynakları hayvancılık olan aile artık kış mevsiminde Selinti’ye gitmekten vazgeçerler. Hudutnamenin içerisinde bulunan Alara Çayı’nın da içinden aktığı, 800-850 metre rakımında, verimli topraklara sahip, bugün Köprübaşı denilen bölgeyi kışlak olarak,yaz aylarında ise yüksek dağlık ve bozkır olan bölgeyi yaylak olarak kullanırlar. Çocukların büyümesiyle beraber artık Köprübaşı’ndaki  verimli, mümbit arazileri ekip dikmeye başlarlar. Bu sayede hem kendilerinin, hem de hayvanlarının yiyeceklerini temin ederler. Kış mevsiminde ise hayvanlarını beslemek için yoncayı keşfederler. Önemli miktarda yonca ekip, bağ ve bahçe yaparlar. Hatta çocuklar arasında görev bölümü yaparlar. Yaz aylarında ailenin bazı fertleri sürülerle yüksek yaylaya bazı fertleri ise ekim dikim için güzle de kalırlar. Artık her şey istedikleri gibi gelişir. 1800’lü yıllar başlamıştır. O bölgede elde ettikleri gelirlerle ve ihtiyaç sahiplerine yaptıkları yardımlarla  hatırı sayılır bir aile olmuşlardır. Kıtlık döneminde izbelerinde buğday hiç eksik olmaz. Çevre köylerden yardım için gelenleri gidenleri çok olur. Hacı Mehmet fakir fukaraya yaptığı yardımlarla artık bölgenin ağası konumundadır. Çevre bölgelerdeki yaşayanların verdiği ağalık payesi ile artık yavaş yavaş işlerden elini ayağını çeken ağa, işlerin çoğunu çocuklarına bırakır. Elbette ağa olunca, işlerin takibi ve gidip geldiği yerlerde kendisine göz kulak olacak birisini de yanından ayırmaz. O kişi bugünün koruması niteliğinde, o günün kiyası durumunda güçlü, kuvvetli bir kişilik. Hacı Mehmet Ağa, koruması durumundaki kiyasını çok sever ve yanından ayırmaz. Kiyası; belki bugün olsa dilinin dönmediği “R” harfinden dolayı meşhur olacak ama o gün bazı harfleri söyleyememesinden dolayı çok fazla konuşmuyor, sadece işini yapıyor. Uzun boyuyla, kuvvetiyle “Seyit Onbaşıyı” andıran görüntüsüyle, ahırdaki eşeği tek başına kucaklayıp dışarı çıkarabiliyor. 150 kiloluk çuvalın büyüğü hararları, tek başına kaldırıp develere yüklemek onun için  basit bir iş.  Ve iki kızından birisini, küçük kızını çok sevdiği korumasıyla evlendiriyor. Sarı saçlı olan “sarı kız” lakaplı diğer kızını  da  halk arasında “dandili” denen  bir gençle evlendiriyor.   

Bir taraftan çocuklarını evlendirip, birçok torun sahibi olan Hacı Mehmet ağa, ikinci bir evlilik daha yapıyor. Yeni evlendiği kadının yanında, önceki evliliğinden olma bir oğlu da vardır. Bu çocuk da Hacı Mehmet Ağa’nın bir dediğini iki etmez, yorulmak bilmeyen atak biri olmasından dolayı ona hep; “yiğidim, yiğit” diye hitap eder.  

1810’lu yıllara gelindiğinde Hacı Mehmet ağa artık iyice yaşlanmıştır. “Ölüm hak, miras helaldir” diyerek çocuklarını toplamış, elde ettiği malını, mülkünü çocuklarına paylaştırmıştır. Ölüm tarihi  bilinmemekle birlikte, 1810’lu yıllarda vefat ettiği tahmin ediliyor. Kendi ismine izafeten, hudutnamede tarif edilen mecra, halk arasında Hacımehmed’in yurdu olarak söylenegelmiştir ve Hacımehmetli Köyü olmuştur. Artık aile genişlemeye başlamış, köy şenlenmiştir. Hacı Mehmet’in torunlarının torunu olmuş, üstü toprak damlı evler, hayvan ve sürüler için ahırlar çoğalmıştır.

Alanya Belediyesi Yayınlarından; “Ondokuzuncu Yüzyıl Nüfus Defterlerine Göre Alaiye Kazası” adlı eserde; Osmanlı Devleti’nde modern anlamda ilk nüfus sayımının 1830 yılında başladığı belirtilmiştir.  1930’lu yıllarda her yıl için nüfus sayısı güncellenmiştir. Genel anlamda 1840 yılı sayımında hem hane hem de nüfus bilgisi yer almıştır. Hacımehmetli Köyü ile ilgili olarak adı geçen eserde “HACIMEHMETLİ YÖRÜKLERİ” başlığı altında şöyle ifade edilmektedir:

“Cemâ’at-i Hacımehmedli tâbi’-i Evkâf-ı Mahmud Seydi şeklinde Mahmud Seydi Efkâfına bağlı Hacımehmedli Yörüklerinin 1830 yılında muhtarı Akışoğlu orta boylu kır sakallı es-Seyid Mustafa’dır. Askerliğini yapmak için 2 kişi Deraliyye’ye asakir-i mansureye giderken, özür grubundan 3 a’ma olup 34 menzilde 127 nüfus bulunduğu gibi icmâlde 54 tüvânâ, 44 sâbi, 27 sâir olmak üzere 125 nüfus vardır.1833 yılında 134 nüfus olup, icmâlde 53 tüvânâ, 39 sâbi, 34 müsinn ile 126 nüfus kayıtlıdır.1840 yılında orta boylu kır sakallı muhtar-ı evvel Afşaroğlu Kerim bin Mustafa iken; orta boylu kara sakallı imam Keleşoğlu Mustafa bin Ahmed’dir. Askerlğini yapmak için 4 kişi asakir-i mansurede iken, eğitim için 2 tahsil-i ilm, özür grubundan 2 meflûc ve 1 meftuk olup, 59 hanede 151 nüfus bulunduğu gibi icmâlde Cemâ ͑ at-i Tepekapusunda olan Hacı Mahmudlu şeklinde kaydedilirken,71 tuvânâ, 45 sâbi, 28 müsinn, 3 nizâmiye olmak üzere 62 hanede 147 nüfus bulunmaktadır (Uysal, Yavuz.;Çınal,  Hüseyin. 2021: shf-32)”.

Bu nüfus sayımlarında sadece erkek nüfus sayılmıştır. Sayım sonucunda nüfus; tüvânâ, müsinn, sabî ve sair şeklinde gruplandırılmıştır. (Tüvânâ:Askerliğe elverişli olanlar, müsinn:yaşlı, ihtiyarlamış olanlar, sabî. Küçük çocuk).

Yine “Osmanlı İmparatorluğu'nda Oymak Aşiret ve Cemaatlar” adlı kitabında Cevdet Türkay; Hacımehmetli’nin Yörükân tâifesinden bir cemaat olduğunu söyler. Hacı Mehmetli ismine Elazığ ve Konya illerinde de rastlanmaktadır.

Cumhuriyet Döneminde Soyadı Kanunu’ndan sonra, Hacı Mehmet’in oğulları Akış’dan gelenler; “Akışoğlu”, Kölüş’ten gelenler; “Kölüş”, Abit’ten gelenler;”Zararsız”, Torun’dan gelenler;”Aydın” soy ismini, Hacı Mehmet’in koruması ile evlendirdiği kızından gelenler; ”Akbaş”, Dandili ile evlendirdiği sarı kız soyundan gelenler; “Demir” soyadını almışlar. Evlendiği 2. hanımının çocuğu, Hacı Mehmet ağanın “yiğit” dediği genci de köyün batısında, köy girişinde uzun kavakların olduğu Başkavak Mevkiine yerleşmesini ister ve gelen gidene göz kulak olmasını söyler.

Hacımehmetli  Köyü’nün hem hayvancılığa, hem de tarıma elverişli olmasıyla nüfus hızla artar. Cumhuriyetin 10. Yılında, Hacımehmetli Köyü’nde, devletin isteği ve desteği ile, 1933 yılında Cumhuriyet Bayramı, çevre köylerin de katılımıyla kutlanır. Köy meydanında güreş tutulur, atlarla cirit oyunu oynanır ve yemekler yenir. Cumhuriyetin faziletleri anlatılır. Daha sonraki süreçte, suçluların cezası için bir ev karakola dönüştürülür. Rivayete göre bu ev,  1-2 yıl suçluların cezalandırıldığı karakol olarak kalır.

1940’lı yıllara gelindiğinde, köyden kente yavaş yavaş göç başlar. Tabi ki bundan Hacımehmetli Köyü de nasibini alır. Daha iyi yaşam şartları için köyden peyderpey şehre göç olur. İlk önce bugünkü Bağderesi Mevkiine göç olur. Bu bölgeden, Alanya’nın köklü ailelerinden “Hatıplar”dan araziler satın alınır. Zamanla deniz kıyısına doğru evler yapılır, mahalle genişler. Nüfus hızla artar. Artık Alanya’daki bu yerleşime Hacımehmetliler, Hacımehmetli Köyü denmeye başlanır. Alanya’daki nüfus, Hacı Mehmet’in ilk yurdu bugünkü Köprübaşı Kışlağı’ndan fazla olmaya başlar. Nüfus artınca, muhtarlık mührü Alanya sahildeki yerleşim yeri olan Hacımehmetli Köyü’ne geçer. Artık köyün ilk kurulduğu kışlak Köbrübaşı Yaylası veya Köprübaşı Kışlağı olarak anılmaya başlar. Bundan sonra Köprübaşı, bir nevi Alanya sahildeki Hacımehmetli Köyü’nün yaylası olur. Köy sakinleri kış aylarını Alanya’da, yaz aylarını Köprübaşı’nda geçirmeye başlar. Hacımehmetli Köyü, 2014 Belediye seçimlerine kadar köy olarak kalmıştır. Büyükşehir Belediye yasası ile, Mart 2014 itibari ile Alanya’nın merkeze yakın mahallelerinden birisi konumundadır.

Nesilden nesile aktarılan Hacı Mehmet’in bu hikayesini köyün yaşlılarından zaman zaman çok dinlediğimiz oldu. Ancak 2020 yılında kaybettiğimiz Duran Aydın amcamızın bize anlattıkları hafızamızda yer etti. Söz uçar, yazı kalır düsturu ile Hacımehmetli Köyü’ndeki dostlarımızın da teşvikleriyle, notlarımızı birleştirerek bu yazıyı kaleme aldık. Yazılı kaynaklarla da desteklediğimiz yazıda elbette hatalarımız olabilir. Hatalarımızı düzeltmeye hazır olduğumuzu da ifade etmek isterim. Bana yazının yazılmasında destek veren ve bilgi paylaşımında bulunan Duran amcamızın mahdumu Kerim Aydın’a ve Köprübaşı’nda ikamet eden,  Mehmet Kölüş Dayıya şükranlarımı sunuyorum. Elbette rahmetli Duran Aydın amcamıza, nam-ı diğer Duran Çavuş’a da ayrı bir parantez açmak isterim. Duran amcamız, gök kubbede hoş bir sadâ bırakıp gitmiştir.  Tabir-i caizse on parmağında on marifet vardı. Sadece Hacımehmetli Köyü’nün değil, bölgenin medar-ı iftiharı, her şeyiydi. Çocuk yaşta kendi çabasıyla okuma yazmayı öğrenmesinin yanında, Osmanlıca da okuyup, yazabiliyordu. Yeniliklere ve bilgiye aç biri olmasından dolayı elinden çok şey gelirdi. Köyün ve bölgenin imamıydı, kırık çıkıkçısıydı, terzisiydi, dişçisiydi, kadastrocusuydu velhasıl her konuda köylünün danıştığı, yol göstericisiydi. Kırık çıkık alanında ortopedist konusunda uzmandı, birçok kişiyi iyileştirmiştir. Dişi ağrıyanı, eğer diş ölmüşse dişini çekerek kurtarırdı. Tabi ki bunları yaparken hiçbir karşılık beklemezdi, meccanen gönüllü olarak Allah rızası için yapardı. Ufku geniş birisiydi. Köy yaşam şartlarına rağmen çocuklarını desteklemiş okutmuştur. Bir nevi diğer köy sakinlerine rehber olmuştur.

Bugün böyle insanları maalesef bulmak kolay değil. Rabbim gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

Kaynakça:

Özer, Metin. Sancaklı Yörükleri. İzmir: Umay Yayınları, 2006.

Uysal, Yavuz; Çinal, Hüseyin. Ondokuzuncu Yüzyıl Nüfus Defterlerine Göre Alaiye Kazası: Alanya Belediyesi Yayınları:18, 2021

Türkay, Cevdet. Osmanlı İmparatorluğu'nda Oymak Aşiret ve Cemaatlar: İşaret Yayınları,2001

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

<